Giriş yap
En son konular
Kimler hatta?
Toplam 3 kullanıcı online :: 0 Kayıtlı, 0 Gizli ve 3 Misafir Yok
Sitede bugüne kadar en çok 148 kişi Çarş. Ekim 02, 2024 9:33 pm tarihinde online oldu.
Google Reklamları
Nasıl Şair Olunur
1 sayfadaki 1 sayfası
Nasıl Şair Olunur
Nasıl şair olunur?
20.11.2008
(Bütün Şair Adaylar İçin)
“Bırakın şiiri şairler yazsın” dedikten sonra, bu konunun bilirkişisi Yazar-Eleştirmen Tuncer Uçarol, “Sonsuzluk ve Bir Gün” Dergisi Mayıs-Haziran 2005, sayı 2’ de “Nasıl şair olunur?”u bütün şair adayları için kaleme almış. Heveslilerine bilgiler yön olsun, ışık olsun, öğütler ise kulağa küpe olsun gibilerinden ve ustadan izin alarak, tek harfine bile dokunmadan aynen yayımlıyorum.
“Yaratıcı yazarlık atölyelerinde “günce, anı, eleştiri” öğrencelerinde ikişer saatlik söyleşiler yapmaya başladım. Eleştiri sözünü duyanlar bana soruyor; “Nasıl iyi şiir yazabilirim? İyi şiir, iyi öykü yazdığımı, ben nasıl anlayabilirim?” diye...
Yazdığınız metinleri bir ustaya, bir eleştirmene inceletebilirseniz ilk yanıtı bulabilirsiniz, diyorum... Ondan sonra devam edin ya da etmeyin!..
Ancak bu yanıt olumsuzsa, hele bir de aşağılayıcı dille belirtilmişse, pek güvenmiyor aday edebiyatçılar ona... İçleri rahat etmiyor... Çünkü yazdıklarını tanıdıklarına gösterdiklerinde çok beğenildiklerini söylüyorlar. Üstelik bazıları kitap bastırmış, elden çok da satmışlar tanıdıklara, yoldan geçenlere. Önemli/ünlü edebiyatçılardan fazla satmayı başaranları bile var.
Oysa iyi şiirler yazmak yıllar ister. Yetiyle, esinle, birdenbire nitelikli metinler dökülüp saçılamaz ortalığa. Ayrıntıların, dolantıların, giz ve dedikoduların bile, bilinmesi gerek. Zaman, büyük kent, araç gereç, tarihsel bilgi, sözlükler, bol okuma, iyi bir Türkçe, toplantılar, en az lise bitirme, ilişkiler yumağı da ister.
İlk yıllarda şiirden başka uğraş da olmamalı. Özellikle öykücülük, resim, tiyatro, müzik uğraşı olmamalı yanında... Şairlik, öykücülük, ressamlık da birer meslektir. Başka meslekle ortaklığa dayanamazlar. Yeni yazmaya başlayan ister genç olsun, isterse kırkından sonra şiire heveslensin, her meslekte olduğu gibi o bir çıraktır: Şiir çırağı... Seçtiği alanda yoğunlaşması gerek. Öylece, ancak yıllar geçtikten sonra, kalfa şair olacaktır. Yıllar sonra da usta şair.
Ustalıkta ise demir atabilir aday!.. Ne de olsa zanaatta iyi kötü bir şeyler öğrenmiş, deneyim kazanmış, şiir pazarlamasının nasıl yapılacağını öğrenmiştir... Toplum açısından, bilinenleri (geleneği) yaşatacak, yeni çağa uyarlayabilecek zanaatçı ve sanatçılara da gereksinim vardır. Bunlar daha önemli bile denebilir. Çünkü ustaların ustası şairler de çok az yetişir, onlar şiiri bir iki adım öne sıçratır, onların buluşbelgesi (patent) aldığı şiirlerin de hızla, doğru dürüst çoğaltılması, satılması gerekir. Bunu da, işte, şiiri iyi tanıyan birçok deneyimlinin (usta), birçok şiir tacirinin, şiir zanaatçısının yapması gerekir. O buluş (çığır) üstünde yan buluşlar yapacak yaratıcı ustalara da ayrıca gerek vardır.
Siz hangisindensiniz?!
Yeni başladıysanız çırak mı, şiir kalfası mısınız?
Yıllarca el altından yazıyorsanız, kitabınızı kendiniz bastırıp yoldan geçenlere, tanıdık kurumlarla size bağlı topluluklara çokça satmayı beceriyorsanız, ama edebiyat/sanat dergilerinde hiç yayımlatmadıysanız; usta mısınız, yoksa gerçekte kalfa, çırak mı?..
En iyisi, bu konuyu en baştan alalım!
Bence şair olup olmadığınızı dört sınavla kolayca anlayabilirsiniz! Bunların da apaçık sınavları, diplomaları vardır.
*
Şiir yazmaya başlamışsanız önce ailenizin, arkadaşlarınızın beğenilerini toplamaya çalışırsınız. Yakın çevre genelde bu alanda bilgisiz, şiir beğenisi gerçekte çok düşüktür. Yergiye dilleri hiç varmaz. Hep överler! Gerçekte her okunanı beğenir çoğu...
Bu evrede, bu sözlere kanıp kendi parasıyla kitap bastıran da çıkar ama yanlış yapar. Çünkü hiç sınavdan geçmemiştir. Şiir anaokulu evresidir bu. Diploması yoktur.
Şiirlerin ilk önemli sınavı, onları bir dergide yayımlatma başarısını göstermektir. Bu çok zor bir sınavdır. Ama aşılması gerekir. En nesnel sınavdır. İlkokul diploması yerine geçer.
Ancak dergiler de çeşit çeşittir!.. Örneğin pek çok ‘yerel dergi’de şiir yayımlatmak kolaydır. Bu dergiler İstanbul, Ankara gibi önemli sanat başkentlerinde de yayımlanıyor olabilir. Bunlara yerel dergi değil, heves dergisi desek belki daha doğru olur. Bu dergilere önemlice bir katkıda bulunursanız; en azından abone olur, hele reklam da taşıyabilirseniz, şiirleriniz bir süre sonra basılabilir... Nasıl olsa her sayı yirmi şiir, belki daha fazla şiir basıyorlardır!.. (Bu kadar çok şiir basan dergilerden uzak durmalısınız...) Ayrıca, bunların tecimsel ruhluları, beş on kitap satın alırsanız Fotoğraflı Şiir Antolojisi’lerinde on şiirinize bile hemen yer verebilir... Ben de lise sıralarında böyle bir tuzağa düşmüştüm! Şimdi arıyorum, arıyorum, öyle bir yere sokmuşum ki, bulup baksam yine yüzüm kızaracak...
İlk gençlik yıllarında arkadaşlarla çıkarılan pek çok dergi de böyle. Harçlıkların denkleştirilmesiyle çıkarılan bu arkadaş dergileri de içini boşaltma, heves dergileridir. Üstelik şu sıra ülkemizde 200 edebiyat, sanat, kültür dergisi çıkıyorsa, bunun 150’si herhalde böyledir. Diyelim ki 100’ü böyledir.
Ancak şiire yeni başlayanlar için, neden olmasın ki, bir basamak sayılır bu yayınlar. İtici işlev görür. Bir metninizi yazılı görmek, arkadaşlara, büyüklere, hele sevgiliye gösterebilmek az şey midir?
Ne var, bu yol uzun dönem için sakıncalıdır. Güdük bırakır insanı. Doyumsuzluk duygusunu sürekli ayakta tutar. Çünkü genç şair, bir de o yerel dergiyi yönetenler arasında ise, kendin pişir kendin ye gibi bir şey olur. Kendisi de inanmaz şairliğine.
Okul dergileri, kurum dergileri, topluluk dergileri de böyledir.
Yaratıcı yazarlık işliklerinin çıkarmaya başladığı dergiler de böyle sayılabilir.
İnternette çokça görünmeye başlayan sayfalara şiir koşturmak da hem öyledir, hem de ötekilerin altına (en alt sıraya) alınabilir.
En iyisi, yeni ozan ( bu yaşça küçük de olabilir, şiire yeni başlamış yaşlı biri de olabilir), hiç tanımadığı kişilerin yönettiği saygın yerel / bölgesel dergilerde kendini sınamalıdır. İlkokul diplomasını onlardan almalı.
*
Kuşkusuz asıl nesnel sınav, ülke çapında saygınlığı olan dergilerde verilecek, şiir lisesi diploması onlardan alınabilecektir.
Bu dergiler bugün İstanbul’la Ankara dışında başka bir kentte, bir ilçede bile yayımlanıyor olabilir. Bunlardan uzun ömürlü olanların daha nitelikli, daha etkin olduğu ileri sürülebilir. (Yeni çıkanları, siz zaten aylar yıllar sonra keşfedersiniz...) Bu ulusal/yaygın dergilerde şiir yayımlatma serüveni, uzun yıllar alacaktır. Şiirlerinizi her ay postalasanız birkaç yıl onunla karşılaşmamanız olasıdır. Yanıt bile alamayacaksınız çoğu kez.
Ama bu zorlu yöntem (çıtayı yüksek tutma) yararlıdır.
Çünkü edebiyatçılıkta, öbür mesleklerde olduğu gibi usta-çırak ilişkisinin, bir işlikte, bir dükkân ya da fabrikadaki gibi sürekli yan yanalığı, getir götürlüğü, kulak çekmeliği yoktur. Ustayla her gün birlikte çalışmaya; onun bir sürü kitabı, araç gereci, dostuyla her gün saatlerce birlikte olmaya geçmişte tek tük şanslılar kavuşabilmiştir. Bu olanağa şu yıllarda, bir devrim olarak, bir iki dönem de yaratıcı yazarlık öğrencelerinde ve çalıştaylarda kavuşabilirsiniz.
Dergilere şiir göndermek ise serbest! Onları incelemek, onlardaki ürünlere her ay öykünmek, onlarla sessizce yarışmak serbest.
Yalnız bu dergilere de öyle torbayla şiir gönderirseniz hem okunmaz, hem de bu denli çok yazanda iş yoktur diye baştan sıfırı alırsınız... Onlara her mektupta bir, bilemediniz iki şiir göndereceksiniz. Ayrıca, yanılıp arada öykü ya da romanınızdan bir parça gönderme gibi tür değişikliklerine de gitmeyeceksiniz. Mektubunuz dört beş tümceyi de aşmamalı. Bu tümcelerin birinde, dergiyi izlediğinizi, inceleyerek yeni bilgiler edindiğinizi araya sıkıştırmanız etkili olabilir... Elbet dergiyi de her sayı candan yürekten gözden geçirmiş olmalısınız. Yoksa anlaşılır...
Başlangıçta bu uğraş çok zor görünse de, ozanlık mesleğine göz dikmiş normal ve tutkulu bir insan böylece o dergideki seçme yazar ve şairleri yıllarca, aylarca inceleyip süzecek, onlara özenecek, aşmaya bile çaba gösterecektir, zamanla. Yani onların yazmadığı, yazamadığı şiirleri; yeni izlekleri, yeni bakış açılarını, yeni biçimleri yazmaya yönelip ilgiyi üstüne çekmeye de çabalayacaktır. Deneyecektir... Buluşçu ya da ilginç olmasa bile, bu ve benzeri alanlarda yıllarca tutkuyla çırpınan bir şiir çırağı, bir dönem sonra elbet yavaş yavaş kendine bir yer edinecek, edebiyat loncasına kabul edilecektir. Bu arada elbet yakın ilişkiler kurmak da yararlı. Bu kaçınılmazdır. Yakın ilişkiler hangi meslekte yararlı değildir ki? En azından, sanatta çok görünen eşitler arasından, seçilmeyi kolaylaştıracaktır... Karşılıklı katkıları da vardır ilişkinin... Örneğin, o yolla daha hoşgörülü benimsenir, ama yapılan dostça uyarıları yeni şair de daha kolay göğüsleyip kendini hızla düzeltebilir, göremediği rengini bulabilir... Bir çiftçi ancak tarlada, bir marangoz ancak marangozhanede yetişir... Büyük, önemli şirketlerde çalışmak da bambaşkadır. Önemli bir ulusal dergi, gençleri birçok bakımdan besler. Ülke çapında tanınmasını sağlar.
*
Bir sonraki önemli sınav ise, dergilere kendini kabul ettiren şiir öğrencilerinin, yayıncılara kendini kabul ettirmesidir.
Diyesim; kitabını kendi bastırmayacak, bir yayınevi basacaktır! Hele ünlü bir yayınevi basmışsa, bu zorlu sınavı da geçmiştir şiir öğrencisi. Bu da onun şiir üniversitesinden diploma alması anlamına gelir. Ondan sonrası da; kitap pazarının, şairin özel koşullarına, onun çalışma gücüne kalır.
Kendini yayıncıya kabul ettirmek şu bakımdan önemli: Şiirlerini dergi yöneticisine kabul ettirmiş şair, genelde yalnızca şiir sanatı yönünden sınavı aşmıştır. Yayıncı ise, bu ölçütü de göz önünde tutmakla birlikte, kitabın pazarlamadaki şansını da kestirmeye çalışır, satma şansı olmayan bir kitabı basmak istemez. (Bazen, sürüm şansı fazla olan kitapları süslemek için, ya da satmayacak iyi kitapları kollamak için, arada onları da yayımlayabilir...) Bu nedenle hem sanat, hem pazarlama sınavları, ikisi birden ancak yayıncıda aşılmış görünür. Bu da önemlidir. Çünkü son amaç, olabildiğince çok okuyucuya ulaşmaktır... (İki kitabınız olmazsa edebiyatçı sözlüklerine de giremezsiniz...) Ayrıca, kendi kitabını bastırmanın sonu da yoktur. Bin bir zorluk beklemektedir. Paranız yenilerini yayımlatmaya yetmeyebilir. Yetse bile, bu kez de dağıtım sorunu karşınıza dağ gibi dikelir. Yayıncılar ise eleştirmenlerle, dergi ve okuyucularla daha yakından ilgili, bilgilidir.
Bu yüzden, bir yayıncı, şairine çok az telif hakkı verebilse bile, kitabı onun basması bana daha gerçekçi görünmektedir. Hiç ücret vermemesi bile söz konusu olabilir!
Ama gönül ister ki, tüm iyi şiir kitapları yayıncılarca hemen basılsın, şairine de geçimini sağlayacak kadar telif hakkı verilsin.
Ne var, bu yıllarda ünlü ya da önemli bir şairin (dahası, ünlü ve önemli bir şairin) bir kitabı bile iki üç bin basıyorsa, bu ticaretten hayır gelmeyeceği, şiir kalfasının, şiir ustasının bile bu işten ekmek parası kazanamayacağı ortada.
Zor iş kitap bastırmak... Dolayısıyla zor iş, kitap bastırmadan önemli, ünlü şair olmak...
*
Ödül kazanmak da, kim ne derse desin, önemli nesnel bir sınavdır. Kazanılırsa iyi olur. Doktor, doçent sanı kazanmak gibi bir şey. Kazanılmazsa, bu kötü işaret mi? Her zaman değil... Diyelim ki o yıl çok iyi bir kitap bastırdınız yıllar sonra... Ama öyle başka iyi kitaplar da var... Ödül de bir kişiye veriliyor... Bu durumda şansa kalıyor ödül almak...
Ancak çok şiir yarışması var her yıl. Ben diyeyim 15, siz deyin irili ufaklı 25. Katılınız... Kazanamazsanız bile, dört yandan düşünüp taşınacağınız, gücünüzü bile aşan bir şiir dosyanız olur elinizde.
*
Geriye ne kalıyor?
Dergilerde şiirlerini yayımlatmak, onunla mutlu olmak...
Neden olmasın ki!
Hep aynı şeyi mırıldanıyorum: Pazar günleri balığa çıkmak gibidir bu düşkü de... İkinci iş... Belki bu yolla şiir pazarlaması (yayıncı, okuyucu) ayaklarını düşünmeden gerçek şiiri de (aceleye getirmeden) doğallıkla yakalayabilirsiniz...
*
Ayrıca en üst diplomaları alsanız, sonra o alanda yıllarca çalışsanız bile, usta görünebilirsiniz, ama ustaların da sürekli mal üretmesi (ortalarda dolaşması) gerek... Aralarda niteliksiz üretim de yok!.. Gelenekçilik ise, size belki yaşarken bir şeyler kazandırır ama yazmaya ara verince (hele ölünce) unutulur gidersiniz...
Unutulmayacak birkaç şiir yazabiliyor musunuz?! Bu rastlantının gizyazısını buldunuz mu!?
Bir şiir rüzgârı yakalayabiliyor musunuz? Bunun için de derin araştırmalar yaptınız mı?
Yan buluşlar (küçük buluşlar, geliştirmeler) yapabiliyor musunuz şiirde?
Daha önemlisi, yeni şiir çığırlarının buluşbelgesini alabiliyor musunuz?..
Herhalde, o zaman işte, önemli şair, büyük şair olursunuz. İçiniz de dinginliğe erer... belki.”
20.11.2008
(Bütün Şair Adaylar İçin)
“Bırakın şiiri şairler yazsın” dedikten sonra, bu konunun bilirkişisi Yazar-Eleştirmen Tuncer Uçarol, “Sonsuzluk ve Bir Gün” Dergisi Mayıs-Haziran 2005, sayı 2’ de “Nasıl şair olunur?”u bütün şair adayları için kaleme almış. Heveslilerine bilgiler yön olsun, ışık olsun, öğütler ise kulağa küpe olsun gibilerinden ve ustadan izin alarak, tek harfine bile dokunmadan aynen yayımlıyorum.
“Yaratıcı yazarlık atölyelerinde “günce, anı, eleştiri” öğrencelerinde ikişer saatlik söyleşiler yapmaya başladım. Eleştiri sözünü duyanlar bana soruyor; “Nasıl iyi şiir yazabilirim? İyi şiir, iyi öykü yazdığımı, ben nasıl anlayabilirim?” diye...
Yazdığınız metinleri bir ustaya, bir eleştirmene inceletebilirseniz ilk yanıtı bulabilirsiniz, diyorum... Ondan sonra devam edin ya da etmeyin!..
Ancak bu yanıt olumsuzsa, hele bir de aşağılayıcı dille belirtilmişse, pek güvenmiyor aday edebiyatçılar ona... İçleri rahat etmiyor... Çünkü yazdıklarını tanıdıklarına gösterdiklerinde çok beğenildiklerini söylüyorlar. Üstelik bazıları kitap bastırmış, elden çok da satmışlar tanıdıklara, yoldan geçenlere. Önemli/ünlü edebiyatçılardan fazla satmayı başaranları bile var.
Oysa iyi şiirler yazmak yıllar ister. Yetiyle, esinle, birdenbire nitelikli metinler dökülüp saçılamaz ortalığa. Ayrıntıların, dolantıların, giz ve dedikoduların bile, bilinmesi gerek. Zaman, büyük kent, araç gereç, tarihsel bilgi, sözlükler, bol okuma, iyi bir Türkçe, toplantılar, en az lise bitirme, ilişkiler yumağı da ister.
İlk yıllarda şiirden başka uğraş da olmamalı. Özellikle öykücülük, resim, tiyatro, müzik uğraşı olmamalı yanında... Şairlik, öykücülük, ressamlık da birer meslektir. Başka meslekle ortaklığa dayanamazlar. Yeni yazmaya başlayan ister genç olsun, isterse kırkından sonra şiire heveslensin, her meslekte olduğu gibi o bir çıraktır: Şiir çırağı... Seçtiği alanda yoğunlaşması gerek. Öylece, ancak yıllar geçtikten sonra, kalfa şair olacaktır. Yıllar sonra da usta şair.
Ustalıkta ise demir atabilir aday!.. Ne de olsa zanaatta iyi kötü bir şeyler öğrenmiş, deneyim kazanmış, şiir pazarlamasının nasıl yapılacağını öğrenmiştir... Toplum açısından, bilinenleri (geleneği) yaşatacak, yeni çağa uyarlayabilecek zanaatçı ve sanatçılara da gereksinim vardır. Bunlar daha önemli bile denebilir. Çünkü ustaların ustası şairler de çok az yetişir, onlar şiiri bir iki adım öne sıçratır, onların buluşbelgesi (patent) aldığı şiirlerin de hızla, doğru dürüst çoğaltılması, satılması gerekir. Bunu da, işte, şiiri iyi tanıyan birçok deneyimlinin (usta), birçok şiir tacirinin, şiir zanaatçısının yapması gerekir. O buluş (çığır) üstünde yan buluşlar yapacak yaratıcı ustalara da ayrıca gerek vardır.
Siz hangisindensiniz?!
Yeni başladıysanız çırak mı, şiir kalfası mısınız?
Yıllarca el altından yazıyorsanız, kitabınızı kendiniz bastırıp yoldan geçenlere, tanıdık kurumlarla size bağlı topluluklara çokça satmayı beceriyorsanız, ama edebiyat/sanat dergilerinde hiç yayımlatmadıysanız; usta mısınız, yoksa gerçekte kalfa, çırak mı?..
En iyisi, bu konuyu en baştan alalım!
Bence şair olup olmadığınızı dört sınavla kolayca anlayabilirsiniz! Bunların da apaçık sınavları, diplomaları vardır.
*
Şiir yazmaya başlamışsanız önce ailenizin, arkadaşlarınızın beğenilerini toplamaya çalışırsınız. Yakın çevre genelde bu alanda bilgisiz, şiir beğenisi gerçekte çok düşüktür. Yergiye dilleri hiç varmaz. Hep överler! Gerçekte her okunanı beğenir çoğu...
Bu evrede, bu sözlere kanıp kendi parasıyla kitap bastıran da çıkar ama yanlış yapar. Çünkü hiç sınavdan geçmemiştir. Şiir anaokulu evresidir bu. Diploması yoktur.
Şiirlerin ilk önemli sınavı, onları bir dergide yayımlatma başarısını göstermektir. Bu çok zor bir sınavdır. Ama aşılması gerekir. En nesnel sınavdır. İlkokul diploması yerine geçer.
Ancak dergiler de çeşit çeşittir!.. Örneğin pek çok ‘yerel dergi’de şiir yayımlatmak kolaydır. Bu dergiler İstanbul, Ankara gibi önemli sanat başkentlerinde de yayımlanıyor olabilir. Bunlara yerel dergi değil, heves dergisi desek belki daha doğru olur. Bu dergilere önemlice bir katkıda bulunursanız; en azından abone olur, hele reklam da taşıyabilirseniz, şiirleriniz bir süre sonra basılabilir... Nasıl olsa her sayı yirmi şiir, belki daha fazla şiir basıyorlardır!.. (Bu kadar çok şiir basan dergilerden uzak durmalısınız...) Ayrıca, bunların tecimsel ruhluları, beş on kitap satın alırsanız Fotoğraflı Şiir Antolojisi’lerinde on şiirinize bile hemen yer verebilir... Ben de lise sıralarında böyle bir tuzağa düşmüştüm! Şimdi arıyorum, arıyorum, öyle bir yere sokmuşum ki, bulup baksam yine yüzüm kızaracak...
İlk gençlik yıllarında arkadaşlarla çıkarılan pek çok dergi de böyle. Harçlıkların denkleştirilmesiyle çıkarılan bu arkadaş dergileri de içini boşaltma, heves dergileridir. Üstelik şu sıra ülkemizde 200 edebiyat, sanat, kültür dergisi çıkıyorsa, bunun 150’si herhalde böyledir. Diyelim ki 100’ü böyledir.
Ancak şiire yeni başlayanlar için, neden olmasın ki, bir basamak sayılır bu yayınlar. İtici işlev görür. Bir metninizi yazılı görmek, arkadaşlara, büyüklere, hele sevgiliye gösterebilmek az şey midir?
Ne var, bu yol uzun dönem için sakıncalıdır. Güdük bırakır insanı. Doyumsuzluk duygusunu sürekli ayakta tutar. Çünkü genç şair, bir de o yerel dergiyi yönetenler arasında ise, kendin pişir kendin ye gibi bir şey olur. Kendisi de inanmaz şairliğine.
Okul dergileri, kurum dergileri, topluluk dergileri de böyledir.
Yaratıcı yazarlık işliklerinin çıkarmaya başladığı dergiler de böyle sayılabilir.
İnternette çokça görünmeye başlayan sayfalara şiir koşturmak da hem öyledir, hem de ötekilerin altına (en alt sıraya) alınabilir.
En iyisi, yeni ozan ( bu yaşça küçük de olabilir, şiire yeni başlamış yaşlı biri de olabilir), hiç tanımadığı kişilerin yönettiği saygın yerel / bölgesel dergilerde kendini sınamalıdır. İlkokul diplomasını onlardan almalı.
*
Kuşkusuz asıl nesnel sınav, ülke çapında saygınlığı olan dergilerde verilecek, şiir lisesi diploması onlardan alınabilecektir.
Bu dergiler bugün İstanbul’la Ankara dışında başka bir kentte, bir ilçede bile yayımlanıyor olabilir. Bunlardan uzun ömürlü olanların daha nitelikli, daha etkin olduğu ileri sürülebilir. (Yeni çıkanları, siz zaten aylar yıllar sonra keşfedersiniz...) Bu ulusal/yaygın dergilerde şiir yayımlatma serüveni, uzun yıllar alacaktır. Şiirlerinizi her ay postalasanız birkaç yıl onunla karşılaşmamanız olasıdır. Yanıt bile alamayacaksınız çoğu kez.
Ama bu zorlu yöntem (çıtayı yüksek tutma) yararlıdır.
Çünkü edebiyatçılıkta, öbür mesleklerde olduğu gibi usta-çırak ilişkisinin, bir işlikte, bir dükkân ya da fabrikadaki gibi sürekli yan yanalığı, getir götürlüğü, kulak çekmeliği yoktur. Ustayla her gün birlikte çalışmaya; onun bir sürü kitabı, araç gereci, dostuyla her gün saatlerce birlikte olmaya geçmişte tek tük şanslılar kavuşabilmiştir. Bu olanağa şu yıllarda, bir devrim olarak, bir iki dönem de yaratıcı yazarlık öğrencelerinde ve çalıştaylarda kavuşabilirsiniz.
Dergilere şiir göndermek ise serbest! Onları incelemek, onlardaki ürünlere her ay öykünmek, onlarla sessizce yarışmak serbest.
Yalnız bu dergilere de öyle torbayla şiir gönderirseniz hem okunmaz, hem de bu denli çok yazanda iş yoktur diye baştan sıfırı alırsınız... Onlara her mektupta bir, bilemediniz iki şiir göndereceksiniz. Ayrıca, yanılıp arada öykü ya da romanınızdan bir parça gönderme gibi tür değişikliklerine de gitmeyeceksiniz. Mektubunuz dört beş tümceyi de aşmamalı. Bu tümcelerin birinde, dergiyi izlediğinizi, inceleyerek yeni bilgiler edindiğinizi araya sıkıştırmanız etkili olabilir... Elbet dergiyi de her sayı candan yürekten gözden geçirmiş olmalısınız. Yoksa anlaşılır...
Başlangıçta bu uğraş çok zor görünse de, ozanlık mesleğine göz dikmiş normal ve tutkulu bir insan böylece o dergideki seçme yazar ve şairleri yıllarca, aylarca inceleyip süzecek, onlara özenecek, aşmaya bile çaba gösterecektir, zamanla. Yani onların yazmadığı, yazamadığı şiirleri; yeni izlekleri, yeni bakış açılarını, yeni biçimleri yazmaya yönelip ilgiyi üstüne çekmeye de çabalayacaktır. Deneyecektir... Buluşçu ya da ilginç olmasa bile, bu ve benzeri alanlarda yıllarca tutkuyla çırpınan bir şiir çırağı, bir dönem sonra elbet yavaş yavaş kendine bir yer edinecek, edebiyat loncasına kabul edilecektir. Bu arada elbet yakın ilişkiler kurmak da yararlı. Bu kaçınılmazdır. Yakın ilişkiler hangi meslekte yararlı değildir ki? En azından, sanatta çok görünen eşitler arasından, seçilmeyi kolaylaştıracaktır... Karşılıklı katkıları da vardır ilişkinin... Örneğin, o yolla daha hoşgörülü benimsenir, ama yapılan dostça uyarıları yeni şair de daha kolay göğüsleyip kendini hızla düzeltebilir, göremediği rengini bulabilir... Bir çiftçi ancak tarlada, bir marangoz ancak marangozhanede yetişir... Büyük, önemli şirketlerde çalışmak da bambaşkadır. Önemli bir ulusal dergi, gençleri birçok bakımdan besler. Ülke çapında tanınmasını sağlar.
*
Bir sonraki önemli sınav ise, dergilere kendini kabul ettiren şiir öğrencilerinin, yayıncılara kendini kabul ettirmesidir.
Diyesim; kitabını kendi bastırmayacak, bir yayınevi basacaktır! Hele ünlü bir yayınevi basmışsa, bu zorlu sınavı da geçmiştir şiir öğrencisi. Bu da onun şiir üniversitesinden diploma alması anlamına gelir. Ondan sonrası da; kitap pazarının, şairin özel koşullarına, onun çalışma gücüne kalır.
Kendini yayıncıya kabul ettirmek şu bakımdan önemli: Şiirlerini dergi yöneticisine kabul ettirmiş şair, genelde yalnızca şiir sanatı yönünden sınavı aşmıştır. Yayıncı ise, bu ölçütü de göz önünde tutmakla birlikte, kitabın pazarlamadaki şansını da kestirmeye çalışır, satma şansı olmayan bir kitabı basmak istemez. (Bazen, sürüm şansı fazla olan kitapları süslemek için, ya da satmayacak iyi kitapları kollamak için, arada onları da yayımlayabilir...) Bu nedenle hem sanat, hem pazarlama sınavları, ikisi birden ancak yayıncıda aşılmış görünür. Bu da önemlidir. Çünkü son amaç, olabildiğince çok okuyucuya ulaşmaktır... (İki kitabınız olmazsa edebiyatçı sözlüklerine de giremezsiniz...) Ayrıca, kendi kitabını bastırmanın sonu da yoktur. Bin bir zorluk beklemektedir. Paranız yenilerini yayımlatmaya yetmeyebilir. Yetse bile, bu kez de dağıtım sorunu karşınıza dağ gibi dikelir. Yayıncılar ise eleştirmenlerle, dergi ve okuyucularla daha yakından ilgili, bilgilidir.
Bu yüzden, bir yayıncı, şairine çok az telif hakkı verebilse bile, kitabı onun basması bana daha gerçekçi görünmektedir. Hiç ücret vermemesi bile söz konusu olabilir!
Ama gönül ister ki, tüm iyi şiir kitapları yayıncılarca hemen basılsın, şairine de geçimini sağlayacak kadar telif hakkı verilsin.
Ne var, bu yıllarda ünlü ya da önemli bir şairin (dahası, ünlü ve önemli bir şairin) bir kitabı bile iki üç bin basıyorsa, bu ticaretten hayır gelmeyeceği, şiir kalfasının, şiir ustasının bile bu işten ekmek parası kazanamayacağı ortada.
Zor iş kitap bastırmak... Dolayısıyla zor iş, kitap bastırmadan önemli, ünlü şair olmak...
*
Ödül kazanmak da, kim ne derse desin, önemli nesnel bir sınavdır. Kazanılırsa iyi olur. Doktor, doçent sanı kazanmak gibi bir şey. Kazanılmazsa, bu kötü işaret mi? Her zaman değil... Diyelim ki o yıl çok iyi bir kitap bastırdınız yıllar sonra... Ama öyle başka iyi kitaplar da var... Ödül de bir kişiye veriliyor... Bu durumda şansa kalıyor ödül almak...
Ancak çok şiir yarışması var her yıl. Ben diyeyim 15, siz deyin irili ufaklı 25. Katılınız... Kazanamazsanız bile, dört yandan düşünüp taşınacağınız, gücünüzü bile aşan bir şiir dosyanız olur elinizde.
*
Geriye ne kalıyor?
Dergilerde şiirlerini yayımlatmak, onunla mutlu olmak...
Neden olmasın ki!
Hep aynı şeyi mırıldanıyorum: Pazar günleri balığa çıkmak gibidir bu düşkü de... İkinci iş... Belki bu yolla şiir pazarlaması (yayıncı, okuyucu) ayaklarını düşünmeden gerçek şiiri de (aceleye getirmeden) doğallıkla yakalayabilirsiniz...
*
Ayrıca en üst diplomaları alsanız, sonra o alanda yıllarca çalışsanız bile, usta görünebilirsiniz, ama ustaların da sürekli mal üretmesi (ortalarda dolaşması) gerek... Aralarda niteliksiz üretim de yok!.. Gelenekçilik ise, size belki yaşarken bir şeyler kazandırır ama yazmaya ara verince (hele ölünce) unutulur gidersiniz...
Unutulmayacak birkaç şiir yazabiliyor musunuz?! Bu rastlantının gizyazısını buldunuz mu!?
Bir şiir rüzgârı yakalayabiliyor musunuz? Bunun için de derin araştırmalar yaptınız mı?
Yan buluşlar (küçük buluşlar, geliştirmeler) yapabiliyor musunuz şiirde?
Daha önemlisi, yeni şiir çığırlarının buluşbelgesini alabiliyor musunuz?..
Herhalde, o zaman işte, önemli şair, büyük şair olursunuz. İçiniz de dinginliğe erer... belki.”
Similar topics
» Bir Problem Nasıl Çözülür
» Nasıl Şiir Yazılır
» Çocuğu, Kitaba ve Okumaya Nasıl Yönlendirebiliriz?
» Kompozisyona başlık nasıl bulunur?
» Kompozisyonun gelişme bölümü nasıl olmalı?
» Nasıl Şiir Yazılır
» Çocuğu, Kitaba ve Okumaya Nasıl Yönlendirebiliriz?
» Kompozisyona başlık nasıl bulunur?
» Kompozisyonun gelişme bölümü nasıl olmalı?
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Cuma Mayıs 10, 2013 8:30 pm tarafından ALAMUT
» 6.Sınıf Yeni Sisteme Uygun Yaprak testler (dört renk yayınları)
Ptsi Kas. 22, 2010 9:33 pm tarafından veysii
» Final Yayınları Yaprak Testler 6.Sınıf
Paz Kas. 21, 2010 10:26 pm tarafından ALAMUT
» Yapı Bakımından Sözcükler
Çarş. Kas. 10, 2010 7:17 pm tarafından egitimci
» Cümlenin Öğeleri
Çarş. Kas. 10, 2010 7:15 pm tarafından egitimci